Senelerden geleceğe

Bugün geçmişe ağladığım ilk gün...

Aslında neden ve nasıl bir anda kendimi hem burada hem de geçmişe ağlarken buldum ben de bilmiyorum ama ne yapmam gerekiyor ne yazmam gerekiyor veya nasıl nefes almam gerekiyor gerçekten hiç bilmiyorum sadece yazıyorum.Sanki iyi gelecek gibi bir his bir avuntu duygusunun baş kaldırdığı bu saatlerde ( 02.13) neler yapabileceğime veya bir şey yapabilir miyim sorusuna yanıt arıyorum belkide.
Bugün ne oldu derseniz aslında genel olarak bahsedebileceğim hiçbir şey olmadı , aslında kimsenin beni şuanda okumayacağınıda bilmeme rağmen yazıyorum parmaklarımdan dökülen beynimden geçen her bir cümle sanki beni geçmişten kurtarabilecek gibi hissediyorum, ekrana bakamıyorum bile neden derseniz ekrana her baktığımda yazdığım, yüzleştiğim her bir kelime eni daha da bataklığa savuracakmış gibi hissediyorum.
Nasıl mı kurtulacaktım ? Tam olarak geçmişten kurtulmanın en iyi yolu benim için geçmişle yüzleşmek demek gibi klişeleşmiş bir kallıba sığdırmayacağım yaşadığım bu tuhaf bir içsel yol arayışını aslında yapacağım şey tam olarak yapmayacağım yapamayacağım şeye tekabül ediyor o yüzden geçmişe daha da saplanmak geliyor aklkıma en güzel çözüm olarak.
Birden bire yedi sene öncesinde budum kendimi gözlerimden düşen ilk yaşın farkına vardığımda yedi sene öncesi...
Yedi sene önce neredeydim ya da kimdim kaç yaşındaydım ? Yedi sene önce hiçtim, yedi sene önce tam olarak on iki yaşında ve sadece ve sadece yedi sene sonra bunları düşünerek bunları isteyerek tüm kalbimle bunları yaşamak isteyeceğime dair en ufak bir kırıntı bile olmadığı yerdeydim.
Sanırım bu hayat üzerine kurulmuş bütün klişe kelimeler, cümleler her şey gerçeğin ve yüzleşmek istemediğimiz iç benliğimizin ta kendisi oluyor.
Şuan belki yıllardır hayalini kurduğum büyümek isteyerek geçirdiğim yedi sene önceki serhat'a dair hiçbir şeyin istediğim yerde hayallerimin arasında olmadığı yerdeyim tam olarak kendimdeyim ve yalnızlığın en saf hattında bekliyorum usulca diyebilmek bile zor çünkü gözümden akan her yaşın bir hıçkırıkla takviye bulduğu şu dakikalar pek de fazla sessiz değil.
Evet tabikide bu sesleri bir tek ben duyuyorum ama ne yazık ki kulaklarımla duymadığım her ses beni daha da mahfetmekte hiç zorlanmıyor.
Yedi sene öncesine kadar belki de tamamen saf duygularımızın barındırdığı arkadaşlıklarımızın içinde bir sonraki günü düşünmeden ve dün hiç yaşanmamışcasına yaşadığım için şuan kafatasımda bulunan o kıllar bu kadar az değildi.
Neler değiştide beni bu kadar çukurun dibinde hissettirdi diyecek olursam inanın bende bilmiyorum ama bildiğim tek şey gerçek anlamıyla küçükken bahçelerden toplayarak arabalara fırlattığım bunda heyecan ve adrenalin duymama yardımcı olan o küçük kırmızı meyve taneciklerinden bile belkide daha küçük şeyler değişti demeyi çok isterdim.
Hayat diye bir cümleye başlamak sanırım bu alanda yapılmış her işin içinde barındırdığı cümlelere dahil ilk kelime olacağı için hayat diye değilde daha önce hiç kimsenin başlamadığı bir kelime ile başlamak istiyorum aslında.
Sıla, sıla ne kadarda basit bir kelime değil mi ? Aslına bakacak olursak dört tane harften oluşmuş ve çoğu insana bir anlam ifade etmeyecek bir kelime.Belkide bir isim!.
Hani yedi yıl öncesinde hergün birlikte olduğumuz insanlar belkide hiç bir daha göremeyecek olduğumuz insanlar gibi gelmiyorduya gözümüze, evet sanırım bu bizim kendimize söylemediğimiz aynı zamanda gün geçmeden hiçbir şekilde öğrenemeyeceğimiz bir paradoks.
Sıla belkide gurbet anlamıyla bile bize yeterince açıklamada bulunabilecek bir kelime değil mi ?
Aslına bakarsanız belkide hayatından tamamen çıktığında çok iyi bir şekilde farketmediğimiz belkide farketsek bile bir yerlerde bir şekilde nefes aldığı için çok umrumuzda olmadığı için gurbet anlamını bize yakın hissettirmedi bence.
Peki ya bir yerlerde nefes almayı bırakınca ?
İşte o zaman küçük çaplı bir iç yolculuğa bırakıyor insanı daha derinlere, yedi sene öncesine döndüğünde yanında olan kahkahalara veriyordu sırasını.
Sanırım bu sefer biraz daha yaklaştım kabullenişe neye mi derseniz ölüme.
Aslında insan bir ölüme neden ağlar ve neden ağladığı için kendini bir yandan da suçlu hisseder bilemiyorum ama bildiğim bir şey varsa yedi yıl öncesinde kalemlerimizi çatıştırdığımız insanların ne kadar dolu hayatlar getirebileceğine kendi inançlarını yitirmesi ve sonunda çatışmaya başlayan şeyin bir kalem olmadığını farkettiğimizde çok geç olduğunu anladığımızda verecektik son nefesimizi.Neden bu yaşantılarımızı birbirimizden her saniye daha da uzaklaştırmak için veriyoruz bütün çabamızı ? Yedi sene öncesine bakınca her saniyemizin birlikte, birlikte olmasa bile bir şekilde iletişim içerisinde geçmesini isterken ne şekilde düşünüyorduk?
Bunlara verebileceğim bir cevabımın henüz olduğunu zannetmiyorum fakat anladığım kadarıyla yalnızlık gerçekten de bizim tamamen kendi adımlarımızın sonucunda doğmuyor.
Bunun tek sorumlusu biz değiliz ama buna bir sorumluluk sahiplenici bulmamız gerekiyorsa işte o kesinlikle biziz.Bilemiyorum belki ilk belki son cümlelerim bunlar ama gecenin 2.33'ünde bunları yazmak yazarken gözlerimizin yaşlardan acıdığını hissetmek çok garip ve asıl garip olan ise yedi sene öncesinde bunca insanın nasıl bu kadar farklı olduğunu anlamaya çalışmanın verdiği zor ve bir okadar da saçmalık hissiyatı olsa gerek.Bildiğim bir şey varsa o da yedi sene öncesinde Nazım Hikmet şiirlerini elinden düşürmeyen çocuğun neden şimdilerde saçma sapan insanların hayatlarının değişmesini anlamaya çalışırken döktüğü gözyaşları ve bu gözyaşlarını bu çocuğa sahiplendirebilmek adına çalışmış bunca yıl boyunca gaye gösterebilmiş bunca insan.

Yorumlar